Hatıra Ambarı / Eksi Bir
Bugüne dek mutsuzluğumuzun kaynağını sanıyorum ki farkındalık olarak düşündük
hepimiz. Ne kadar bilirsek o kadar huzursuz gibiydik. Bilinç en büyük
düşmanımızdı ve her gece koynumuzda ağırlardık. Ben son zamanlarda bunun pekte
düşündüğüm gibi olmadığını fark ediyorum. Sanki bu karmaşıklık ve bu anlam cehennemi
beni refaha ulaştıracak bir şey gösterdi bana. Farkında olmadığım şeylerin
karanlık sınırlarını merak ederdim hep. Ufaklığımdan buyana hep çok meraklı bir
çocuk hep çok meraklı bir yetişkin oldum. Burnumu her noktaya sokup her türlü merak
arayışının peşine düştüm. Kovaladım, kaçtılar. Kaçtılar, kovaladım. Bir insanın
yüzüne bakmak, incelemek ve izlemek benim için her vakit ilk adım olmuştur. Yatağıma
aldığım adamların vücuduyla pek ilgilenmedim bu yüzden. Sevdiysem de sadece
seviştiysem de yüzlerini referans aldım. Yüz koleksiyonu diyebiliriz belki. Hatıra
ambarımın bir yüz koleksiyonu var. Kadınlar, çocuklar, erkekler.. Hepsi tıkış
tıkış hepsi dolup taşıyor ambarın çatısından. Fakat öyle bir şey oldu ki geçen
zamanlarda düşünmeden edemiyorum asla. Baktığım yönde, incelediğim yüzde hiçbir
incelik göremiyordum. Hiçbir kıvrım, hiçbir kaygı, hiçbir sevgi. Bu yüzden ilk
kez kovalamadım. Kovalama hevesini bulamadım. Bazen, bazı insanlar kovalanmaz
ve kaçmazsın sende sırf kovalamasınlar diye. Öylece durduğun yere ait olursun.
Bulunduğun eve, evin içindeki kediye. Tüm yaşantın durduğun yerden akmaya
başlar. Araya giren toz suyu bulandırmaz işte. Bir sabah günaydın demişsindir ,
bir gece hoş geceler dilemişsindir. Biriyle sevişmişsindir belki bedenen belki birkaç
bakış yetmiştir. Yine de tünelin başından sonuna dek hem ışığı tutmuş, hem yolu
açmış, hem de nefes alıp vermişsindir. Yani tüm bu güce sahipken , hangi suyun
bulanır ? Hangi yüz eksilir o koleksiyondan? Cevap veriyorum.
Yalnız istediğim. Yalnız benim tercih ettiğim.
Bunu fark etmek kimi ne kadar mutsuz edebilir ki? Şimdi tekrar düşünürsek eğer,
mutsuzluğumuzun kaynağı gerçekten fark etmek mi?
Sanmıyorum.
Fakat birkaç fikrim yok değil. Kendini sevmek bu koşullarda ve yaşantılarda
gerçekten epey zor bir yolculuk. Kendini sevmeyen bir toplumda herkes biri onu
sevsin diye çabalıyor ve kendini paralıyor.
Her sabah bi ötekinin ve maalesef bir sonrakinin aynısı. İşe gitmek için
çıktığın yol aynı, bindiğin araç, hatta denk geldiğin yüzler aynı. Dinlediğin
şarkılar ve mutsuzluğun aynı.
Aynaya baktığında düşündüğün şey her gün her an her solukta aynı. Sanki biri
sevse seni tüm bunların hepsi değişecekmiş gibi hissettiğin boşluk AYNI.
Dolayısıyla kendime aldığım sinema biletini taşıdığım cüzdanı sürekli gözümün
önüne koyuyorum. Eve giderken eşlikçi birası alıp kendi ritmimde yürümeye
bayılıyorum. Kedimin beni kapıda karşılamasına ve beni yalayıp onure etmesine
bayılıyorum. Hatalarıma , kırgınlıklarıma, detaylara boğulan ama zehir gibi
işleyen kafama bayılıyorum. Sarhoşluğuma ve ettiğim küfürlerin aslında çok
komik olmasına, alay konusu olmaya bayılıyorum.
Son olarak aynanın karşısına geçtiğimde , iki kol iki bacak ve memeden ibaret
olmadığıma, çok daha fazlasına sahip olduğum için kendimi kendi omzumdan öpmeye
bayılıyorum.
Teşekkürler.
Yorumlar
Yorum Gönder